Kanal İstanbul projesinin kentsel planlamaya etkileri hakkında bilgi almak için aşağıdaki başlıklara tıklayabilirsiniz.
Kanal İstanbul Projesi, İstanbul Boğazı’ndaki yaşamı ve kültürel varlıkları tehdit eden gemi trafiğini en aza indirerek Boğaz’ın her iki girişinde yoğun trafikle karşı karşıya kalan gemilere alternatif geçiş olanağı sağlamak üzere geliştirilen bir su yolu projesi olarak bilinmektedir. Ancak yakın zamanda Kanal Projesi’nin yalnızca bir deniz ulaştırma projesi olmadığı, bayındırlık, tarım, eğitim, istihdam, şehircilik, aile, konut, kültür, turizm ve çevre gibi birçok sektörü ilgilendiren entegre bir proje olduğu anlaşılmıştır. Ülkenin ekonomik büyümesinin sürdürülebilmesi ve artan nüfusa yeni yerleşim alanları açılabilmesi için devletin koordinasyonunda büyük projelerin hayata geçirilmesinin büyük önem taşıdığı yöneticilerce sıklıkla vurgulanmaktadır. Kanalın iki yakasında nüfusunun 500.000’i geçmeyeceği belirtilen ve yatay mimari ile geliştirilmesi öngörülen, afet riskini bertaraf etmek amacı ile 6306 sayılı yasa ile rezerv alan ilan edilen “Yenişehir” alanı içerisinde, kentsel yerleşik alan, kentsel gelişme alanı ve özel proje alanı olarak tanımlanan yerleşim alanlarına ek olarak havalimanı, 2. ve 3. derece merkezler, teknoloji geliştirme bölgesi, lojistik bölge, turizm bölgesi, eko-turizm alanı, sağlık turizmi, üniversite alanı, kentsel ve bölgesel yeşil ve spor alanı, kentsel ve bölgesel sosyal altyapı alanı, terminal (otogar), kıyı tesisleri alanı gibi işlevler yer almaktadır. Kanalla birbirinden ayrılan, bir ada ve iki yarımadaya dönüşen kara parçalarını tekrar bağlamak için de 1 demiryolu köprüsü, 7 karayolu köprüsü ve 3 metro hattı geçişi olmak üzere toplam 11 bağlantı planlanmaktadır.
Dünyadaki örneklere bakıldığında deniz ulaşımını kısaltmaya yönelik olarak önerilen hiçbir kanal projesinin çevresinde Kanal İstanbul örneğinde olduğu gibi yoğun bir yerleşme önerisine rastlanmamaktadır. Kanal İstanbul Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu’nda da bu yerleşme ve etki değerlendirmesi yer almamaktadır. 6306 sayılı yasaya dayanan Yenişehir Projesi, İstanbul genelinde gerçekleşen deprem odaklı kentsel dönüşümlere büyük bir ivme kazandırma iddiasında olan ticaret ve hizmet ağırlıklı bir ekonomiye dayanan, küresel ölçekte açılımlar getiren, yaşam kalitesi yüksek üst gelir grubuna yönelik yeni bir yerleşme projesi olarak görülmektedir. Oysa Kanal İstanbul Rezerv Alanı’nda yaşayan nüfus sınırlı gelir ve eğitim düzeyindedir ve çoğunluğu sanayi sektöründe işçi olarak çalışmakta, tarım, hayvancılık ve balıkçılıkla geçinmektedir. Bu nüfusun önerilen projede yaşama şansı olası görünmemektedir ve nerede barındırılacağına ilişkin bir öneri de yoktur.
Gayrimenkul sektörü yoluyla ekonomiyi canlandırma çabalarının politik bir ürünü olarak ortaya çıkan Yeni Şehir Projesi toplumun gerçek ihtiyaçlarına yanıt vermemektedir. 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Plan Değişikliği, iyi araştırılmış ve doğru tasarlanmış bir planlama çalışmasına dayanmamaktadır. Planlama alanının mevcut arazi kullanımı, koruma ilkeleri ve öngörülen kullanımlar birlikte değerlendirildiğinde, planda tanımlanan ilkelerin pek de gerçekçi olmadığı, verilen kullanım kararları ile örtüşmediği ve sürdürülebilir koruma ilkelerine uygun olmadığı görülmektedir. Önerilen işlevler ve yer seçimleri hatalıdır. Projenin İstanbul’un kültürel ve doğal değerlerine, arkeolojik alanlarına, tarım ve orman alanlarına, su havzalarına kısaca İstanbullunun yaşam kaynaklarına telafisi imkânsız zararlar vereceği açıktır ve projenin hiçbir boyutunda kamu yararı yoktur.
İnsanlığın sosyo-kültürel gelişim tarihine dair küresel düzeyde öneme sahip zengin kültürel miras çeşitliliği kadar, dünya üzerindeki özellikli konumunun getirdiği ekolojik yapı ve doğal miras çeşitliliğiyle de öne çıkan İstanbul hem küresel hem de ulusal düzeyde korunması gereken pek çok doğal kaynağa ev sahipliği yapmakta, kentin sahip olduğu biyolojik çeşitliliğin kimi ülkelerin sahip olduğundan daha fazla olduğuna dair bilimsel çalışmalar bulunmaktadır. Bu nedenle, İstanbul’un mekânsal planlamasında evrensel düzeyde kabul gören ve aynı zamanda uluslar üstü düzeyde ülkemizce taraf olunan anlaşmalarda da vaat edilen sürdürülebilir gelişme politikalarını önceliklendiren mekânsal uygulamaların hâkim olması ve İstanbul’un bu tür uygulamalarıyla dünyadaki örnek kentler arasında hak ettiği yeri alması sağlanmalıdır.
Kanal İstanbul Projesi’nin uygulamaya alınması İstanbul’un mekansal sürdürülebilirliğini çok boyutlu olumsuz etkiler altında bırakacaktır. Projenin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin (SKH) pek çoğu ile çelişkili olduğu görülmektedir. Temiz içme suyu kaynakları dünyada olduğu gibi İstanbul’da da kıt kaynaklar arasında olmasına rağmen proje hâlihazırda Sazlıdere içme suyu kaynağının önemli ölçüde ortadan kalkmasına, Terkos Havzası’nın ve yeraltı su kaynaklarının deniz suyu ile tuzlanması riskine yol açabilecektir. Diğer taraftan içme suyu olarak kullanılmasa da Küçükçekmece tatlı su kaynağının ortadan kalkması ile İstanbul’un üç tatlı su kaynağının olumsuz etkilenmesi söz konusu olacaktır. Kentin sürdürülebilir gelişimi için hayati önemi olan “yaşam destek sistemleri”ne (havzalar ve içme suyu kaynakları, tarım alanları ve orman alanlarına) baskının artması, doğal ekosistemlerde parçalanma ve/veya yok olma riski barındırmaktadır.
Proje kapsamı iklim değişikliğine uyum politikaları ile çelişkilidir (karasal ve denizel ekosistemlerin tahribatı, doğal alanlarda yapılaşmış arazi örtüsünün artması, kentsel ısı adası etkisinin artması gibi etkiler). Bunun yanı sıra, iklimi düzenleyici etkisi ile orman alanları gibi doğal arazi örtüsünün yapılaşmaya açılması, hâlihazırda önemli ölçüde doğallığını koruyan karasal, denizel ve tatlı su kaynaklarından oluşan alanların kaybedilmesi iklim değişikliğine uyum politikalarıyla çelişkilidir. Su kaynakları ve orman alanları, su ve hava kalitesini iyileştirmek, iklimi düzenlemek için oldukça önemli arazi örtüleridir. Birleşmiş Milletler tarafından sağlıklı ekosistemlerin iklim değişikliğine bağlı sıcaklık artışını %37 oranında dengeleyebileceği ifade edilmektedir.
Kanal İstanbul Projesi, Sudaki Yaşam ve Karadaki Yaşam – SKH bağlamında da çelişkilidir. İstanbul’un doğal niteliğini koruyan yegane kıyı ekosistemleri olan Karadeniz kıyıları; denizel biyo-çeşitliliğin güvencesidir. Gerek ülke gerekse küresel düzeyde hassas habitatlar ve korunması gereken türlerin yer aldığı, kıyı, orman, sulak alan, otlaklar, maki ve tarım ekosistemleri, İstanbul’un hassas biyolojik çeşitlilik alanlarıdır. Proje ile bu habitatların parçalanması ve hassas yaşam alanlarının kaybı söz konusu olacaktır. ÇED Raporu’nda belirtilen önlemler bu riskleri ortadan kaldırmamaktadır. Kanal İstanbul ile planlanan 38 kilometre uzunluğunda kıyı dolgu alanı, İstanbul’un yegâne doğal kıyı ekosistemi üzerinde geri dönülmez düzeyde tahrip yaratacaktır.
Sonuç olarak; söz konusu proje hâlihazır durumda bozulmuş, işlevini yitirmiş, insan yaşam alanları için tehlike unsuru taşıyan alanlarda gerçekleşmemekte; önemli ölçüde doğallığını koruyan, yapılaşmamış ve insan ve doğa yaşamının sürdürülebilirliği için kaynak değeri olan doğal ve yarı-doğal nitelikli ve İstanbul, bölge, ülke ve kıtasal düzeyde ekolojik değer taşıyan alanlar üzerinde yer almaktadır. Küresel düzeyde ve BM HABİTAT toplantılarında “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, İklim Değişikliğine Uyum ve Doğal Afet Risklerinin Azaltılması” ile ilişkili mekânsal politikalar öncelik taşımaktadır, bu nedenle İstanbul’un sürdürülebilir gelişmesinde mekânsal planlamayı bu politikalar yönlendirmelidir.
Yaşanabilir bir İstanbul’un önceliği tatlı su kaynakları, riskli alanlarının dönüşümü, sosyal adalet ve iklim değişikliğine uyum olmalıdır. Tatlı su kaynaklarının korunması, öncelikli olarak yüksek riskli yapı stokunun bulunduğu meskûn alanların güvenli yaşam alanlarına dönüşümü, kentlinin yaşam kalitesinin ve kentsel hizmetlere erişiminin adil olarak sağlanması ve iklim değişikliğine uyum için mekânsal politikaların geliştirilmesi İstanbul’un sürdürülebilir gelişmesi sürecinde önem taşımalıdır.
Planlanan kanal güzergâhı İstanbul’a içme suyu sağlayan Sazlıdere ve Terkos havzalarından geçmekte olup, kanalın yapılması durumunda Sazlıdere Barajı ortadan kalkacak ve İstanbul’un içme suyu kapasitesi 55 milyon m³ azalacaktır. Kanalın kotunun Terkos Gölü kotundan düşük olması nedeniyle Terkos Gölü’nün boşalması da söz konusu olabilecektir. Terkos Gölü, Istranca Projesi’nin ana depolama alanı ve 4 adet içme suyu arıtma tesisinin ham su kaynağıdır. Bu rezervuarı riske edecek tüm oluşumlardan kesinlikle kaçınılmalıdır.
Kanal İstanbul Projesi’nin hayata geçirilmesi ile İSKİ’nin işletmekte olduğu mevcut altyapı ve arıtma tesislerinin bir kısmı devre dışı kalacak, gerek bu tesislerin ikame edilmesi gerekse yeni yerleşimlerin içme suyu ve atıksu altyapı hizmetlerinin karşılanabilmesi için yeni yatırımlar gerekecektir. Bu çerçevede planlanan 6 adet atıksu ve 1 adet içme suyu arıtma tesisleri toplam maliyetinin 4,2 milyar, atıksu hatlarının 2,2 milyar, yapılması zaruri bu tesislerin kamulaştırma maliyetlerinin 6,2 milyar ve toplam maliyetin ise 19 milyar Türk Lirası’nı aşacağı hesap edilmektedir.
Netice olarak, Kanal İstanbul nedeniyle, 2560 sayılı kanun gereği İSKİ tarafından korunması gereken su kaynakları iptal olacak, İSKİ’nin su arzı azalacak, Terkos Barajı ve yeraltı su kaynaklarının sürdürülebilirliği tehlikeye girecek, isale hatları, atıksu toplayıcı kolektörleri, şebeke hatları, arıtma tesisleri ortadan kalkacak, devre dışı kalacak veya işlevini yitireceğinden, İSKİ’nin sorumluluğunda bulunan altyapı hizmetlerini olumsuz yönde etkileyecektir.
Marmara Konteyner Limanı ile Karadeniz girişindeki Karadeniz Konteyner Limanı projelerinin, temel proje bileşeni olan Kanal İstanbul Projesi ile doğrudan bir gerekliliği ve ilişkisi tanımlanmamıştır. Bu bağlamda, Marmara Konteyner Limanı için ÇED Raporu’nun değişik bölümlerinde, “…Kanalın Marmara girişindeki deniz dibi taramaları ile Küçükçekmece Gölü giriş kesiminde yapılacak dip taramalarından çıkacak 70 milyar m3’lük çamur kıvamındaki malzemenin büyük bir bölümü Marmara Konteyner Limanı rıhtım/geri hizmet alanı dolgusunda kullanılabilecektir” şeklindeki ifadeler de gösteriyor ki, buradaki asıl amaç, Kanal’ın Marmara Denizi girişi ve Küçükçekmece Gölü’nde yapılacak dip taramalarından çıkacak ve Karadeniz dolgu alanlarına taşınamayacak olan büyük miktardaki tarama malzemenin, Avcılar Denizköşkler Mahallesi önünde Marmara Konteyner Limanı adı altında oluşturulacak 1 milyon m2’lik kıyı dolgu alanında bertaraf edilmesidir.
ÇED Raporu’nda her ne kadar Kanal İstanbul Projesi için finans/gelir kaynaklarından birisi olarak gösterilmiş olsa da, 3,7 milyon m2’lik bir alanda ve 9,7 milyon m3 gibi ürkütücü boyutlarda taramanın yapılacağı, Karadeniz Konteyner Limanı Projesi’nin de Marmara Konteyner Liman Projesi’nde olduğu gibi, hiçbir kamu yararı ve tutarlı gerekçesi bulunmamaktadır. Üstelik, hemen bu proje alanının bitişiğinde halen işletmede olan İGA Konteyner ve Genel Yük Limanı gibi bir liman da mevcut bulunmaktadır.
ÇED Raporu Bölüm 3.13 ve bu rapor ekinde verilen Finansal Fizibilite Raporu’nda, bu Konteyner Limanları ve Küçükçekmece Yat Limanı işletme gelirleri, Yap-İşlet-Devret modeline göre yapılacak olan Kanal İstanbul Projesi için gelir/finansman kaynağı olarak değerlendirilmiştir. Yani, Kanal İstanbul Projesi’nde bu limanların yapım/planlama amacının, kamu yararına bir amaç değil birer araç olduğu anlaşılmaktadır. ÇED Raporu’nda Kanal İstanbul Projesi için verilmiş olan İş Programı’nda bu liman projelerinin doğrudan yer almaması da bunun bir başka göstergesidir.
Karadeniz kıyısında yapılması öngörülen ürkütücü boyutlardaki dolgu alanları kamu yararı ve Kanal İstanbul Projesi için bir amaç değil, bu projede ortaya çıkacak 1,2 milyar m3’lük kazı ve tarama malzemesinin bertaraf edileceği/depolanacağı bir araçtır. Bu dolgu alanları üzerindeki Rekreasyon Alanı ve Lojistik Merkez şeklindeki etiketlerin de bu uygulamaları masum/fonksiyonel gösterme çabasından öte bir anlam taşımadıkları açıktır.